Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573

İçinde yeme-içme ile ilgili bilgiler barındıran bir diğer yabancı tarihî kaynak ise “Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573”. Yazarı, hukukçular ve tüccarlar yetiştirmiş Parisli iyi bir aileden olan, yabancı diller bilen Philippe du Fresne-Canaye; Türkçeye çevirisi ise Teoman Tunçdoğan tarafınca yapılarak Kitap Yayınevi’nden piyasa çıkmış.
Alan çalışanlarının işine yarayabileceğini veya ilham alabileceklerini düşünerek bazı alıntılar yapıyorum. Lezzetler!
“20 Ekim. Zara yakınlarına ulaştıksa da, sardalye ya da başka yiyecek maddeleri taşımak üzere donanmaya katılmak zorunda bırakılmaktan korkan gemi sahibi karaya çıkmak istemedi.” (s. 31, 32)
“21 Ekim, çok güzel şaraplarıyla ünlü bir hisar olan Mortara’yı geçtik; bütün gece iyi bir rüzgârla yol aldık;…” (s. 32)
“-Mortara oldukça bol zeytin ve çok tatlı şaraplar üretilen bir köydür.-” “-Burada şu güzel Morter şarabı yapılıyor.-” (s. 130)
“…, Sabioncello’yu, eşsiz şarapların yapıldığı Ragusalıların adasını iskele yanında bırakarak Curzola kanalına girdik.” (s. 32)
“… Porto-Palazzo’da geceledik. Limanın başında, bu ülkenin balık avlamaktan, doğayı ve balık türlerini incelemekten çok hoşlanan krallarından birinin sarayının harabeleri görünüyor.” (s. 32, 33)
“-İmparator Diocletianus, pek sevdiği bu küçük alabalıkları yiyememek korkusuyla balıkları sarayına yönlendiren bir su yolu sistemi yaptırmıştı.-” (s. 131)
 “… Santa- Maria de Meleda’nın rahibi olmasaydı, açlıktan ölebilirdik. Rahip ekmek, şarap ve eti bize çok lezzetli ve yumuşak gelen bir çift keçi getirdi.” (s. 33)
“…, Ragusa’da San Biago bayramı kutlanır. Çok güzel çeşmeleri, güzel manastırları var; sokaklar geniş ve güzel; dıştan bakıldıklarında oldukça güzel ve eskiden kalma görünüşlerine karşın, evlerin içi hiç rahat değil. Bol miktarda portakal ve şeftali ağacına rastlanıyor.” (s. 35)
“… O gün, kar yüzünden dünyanın en kötü yolundan geçtik ve köyde ekmek bulamadık, mayasız hamurdan yapılmış ve külde pişirilmiş bir poğaça yedik ve bu durumu yalnızca Ternovalucca’da değil birçok başka yerde de yaşadık.” (s. 38)
“Burada, Türklerin çok lezzetli olmasından ötürü beiagmot[1] adını verdikleri çok bol ve lezzetli bergamut armutları bulduk; sanırım Fransızcada kullanılan ‘bergamut armudu’ adı Türkçeden gelmekte.” (s. 39)
“-Ve ben kafilenin üçüncüsündeyim ve binek hayvanlarımızla birlikte burada üç gün boyunca bize hiç ters davranılmadan ve cebimden tek kuruş çıkmadan yedik içtik…-” (s. 139)
“Bu kervansaray gelen yolculara, ister Müslüman, ister Hristiyan olsunlar, sayılarının çokluğuna bakılmadan üç gün boyunca bulgur pilavı, birkaç parça haşlanmış et ve dört ekmek veriliyor.” (s. 46)
“Buradan Türk İmparatorluğu’nun ikinci büyük kenti, büyük ticaret merkezi, Musevilerin ve Rumların bol olduğu, bol miktarda çok hafif şarapların üretildiği tepeler arasında kurulmuş Edirne’ye geldik.” (s. 46)
“Çok güzel Moesia şarapları olan Ragusalı Giovanni’nin evinde kaldık; bu şaraplardan satın almak için sayın büyükelçi iki gün burada kalmaya karar verdi.” (s. 46, 47)
“Bu kervansaraydaki uygulamaya göre, birbirini izleyen üç gün boyunca yemek veriliyor ve bunun giderleri üç yüz köy ve kasabanın geliriyle karşılanıyor.” (s. 48)
“25 Şubat’ta, çok güzel bir yer olan Chiurlik’e geldik. Çok güzel, siyah mermerle kaplı imarette kaldık; imaretin yanında, cephesinde Latin, Ortodoks ve Türk kiliselerinin resmi bulunan bir cami var. Lüleburgaz’da olduğu gibi burada da yemek veriliyor.” (s. 48)
“Pera dış mahallesine tırmandık, Sayın Büyükelçinin oturduğu Pera bağlarına kadar uzanan pek dik olmayan bir tepeyi yaya aştık. Büyük bir neşe ve coşkuyla karşılandık; uzun perhizimizi ve yolculuk sırasındaki yoksunluklarımızı ödünlemek için, sofraları, değerli şarapları ve güzel etleri hazır bulduk. Sofradan kalkınca bahçeyi dolaştık, bulunduğumuz evin tam karşısında yer alan padişahın sarayını, kâh o sırada sayısız gemiyi barındıran limanı, kâh Boğaz’ı, Üsküdar’ı, Kadıköy’ü, İzmit körfezini, Adalar’ı ve daha uzaktaki Uludağ’ı büyük bir hayranlık ve büyük bir zevkle seyrettik.” (s. 49)
“Hayli uzun olan kemeraltı bir baştan öbür başa yemeklerle doluydu; sofraya Kahire ya da Acem usulünce beyaz bir örtü yayılmıştı. Şarap yerine, porselen kaplar içine konmuş çok tatlı ve güzel kokulu bir şerbet içtik. Hıristiyan usulü bir servis yapılmadı; çünkü daha önceden konanlar dışında sofraya başka bir şey getirilmedi. Sofrada pilav, darı ve birçok başka sebze, ayrıca birçok çeşit hamur işi, tabak içine konmuş dört ya da beş tavuk ve bembeyaz ekmek vardı. Ne var ki, aklımızda yemek dışında şeyler bulunduğundan, bütün bu etler avluda bulunan kişilere gönderildi; sofra örtüleri kaldırıldı, ama örtülerin altına yayılmış halılar bırakıldı.” (s. 53)
“Her defasında sofraya büyük bir porselen tabaktan fazlası getirilmez; bu tabak kaldırılınca bir başkası getirilir ve böylece sofrada bir buçuk saat kadar kalınır.” (s. 53)
“… bize gelince, bu Sarayı görmekten çok mutlu olarak Pera’ya, oradan da pek Sayın Senyörün evine geldik; çok güzel yemekler ve reçeller yedik.” (s. 56)
“Pera’nın eski adı, güzelliği ve bol incir yetişmesi nedeniyle Sykai[2] idi; daha sonra, ‘karşı yaka’ anlamına gelen Pera ya da Perae adıyla anılmaya başladı.” (s. 60, 61)
“… çok sıcak olduğundan içeride çok fazla durulamaz; öte yandan, kolunun altında içleri su dolu uzun testiler taşıyan adamlara hep rastlanır ve bunlar su içmek isteyenlere çini taslarla bedava su dağıtırlar.” (s. 67)
“İstanbul’da haşlanmış ve kızartılmış etler ve Venedik’te Noel arifesinde yenenlere benzeyen şekerlemeler satılır.” (s. 68)
“Süleymaniye camisinin avlusunun yanında çok güzel bir kervansaray ve üstü bütünüyle kurşun kaplı çok görkemli bir hastane yer alıyor; kervansarayda sürekli sadaka dağıtılıyor ve gerek Müslümanlara gerekse Hıristiyanlara her gün üç öğün yemek veriliyor.” (s. 71)
“-Bu caminin yakınında bir hastane var; burada hastalara bakılıyor ve üç gün boyunca yolcular barındırılıyor ve her gün ister Müslüman, isterse başka dinden olsunlar her isteyene ekmek, çorba ve et hayır olsun diye dağıtılıyor.-” (s. 148)
“Bu kasabada Padova’daki kadar nefis, kesilmiş süt yapılır.” (s. 74)
“Passemezzo’nun başlamasından hemen önce, reçeller, çok güzel şaraplar ve bol bol şekerleme getirildi; bol bol yenilip içildikten sonra…” (s. 75)
“Bu törenin ardından, paşalar evlerine dönerek aynı el öptürme törenini kendi aile üyeleriyle yenilerler; daha sonra paşalar otururlar ve gün boyu ziyaretlerine gelen herkese ziyafet çekerler; söylendiğine göre paşalar, sofraya oturacak ve yemek yiyecek tek kişi kalmayıncaya kadar sofradan kalkmazlarmış.” (s. 76)
“… havada sallanmaktan yorulduklarında aşağı inerler; genç adamlar onlara portakal çiçeği, gül ve servi çiçeği şerbeti sunar; onlar da şerbeti içtikten sonra oradan uzaklaşırlar.” “Ne var ki, bayramlarında önce Ramazan vardır; aralıksız otuz gün boyunca oruç tutarlar; buna karşılık, şafak sökünceye kadar bütün gece boyunca sofradan kalkmazlar ve bu orucu ya da daha doğrusu trigésime’i koyan peygamberlerinin iyi niyetini böylece kötüye kullanırlar.” (s. 77)
“Burada mevsimi olmadığı için Sakız adasından nefis kavunlar, şeftaliler ve diğer meyveler gönderilmiş.” (s. 78)
“Bize, üzümlü bisküviler ve padişahın fırıncısının Büyükelçi için pişirdiği birkaç ekmeği armağan etti.” (s. 92, 93)
“… Şarabın müdresi, Bandırma yamaçlarından birinde 9 ve 10 akçeye, öbür yamaçtaysa – kalitesi çok daha düşük olmakla birlikte- 5 ve 6 akçeye alınabiliyor.” (s. 96)
“Gelibolu’nun dışında, yaklaşık bir mil uzaklıkta, bir cami ve onun yakınında da bir mezar var; mezar zeytin ağaçlarıyla ve çok güzel diğer ağaçlarla dört bir yandan kuşatılmış; yeşil, çok serin gölgelikler nedeniyle çok hoş bir konumu bulunuyor.” (s. 97)
“Kalelere varışımızdan hemen sonra bizi ziyaret eden İspanyol dönme bize o kadar alıştı ki, her akşam yemeğini bizimle yemeye, yemekten sonra ya da ertesi sabah tan ağarırken bizi alarak her çeşit meyveyle, özellikle de bağlarla dolu çevreyi bize göstermeye başladı: Bu bağlarda birçok defa çok güzel üzüm suları içtik.” (s. 99)
“Rumların yanına gittik; onlardan üzüm ve çeşitli meyler satın aldık ve çok sert olan şarabını aradık; bu şarapların yapıldığı üzümler çok kızgın ve çıplak kumlarda yetişiyor.” (s. 102)
“Modon’da biraz soluklanmak için demir aldık. Daha bir mil bile ilerleyemeden rüzgâr kesilince çorak ve ıssız bir kayanın önünde demir atmak zorunda kaldık; bıçakla midye açarak karnımızı doyurduk, çünkü gemide bozulmuş peksimetten başka bir şey yoktu.” (s. 107)
“Gemiyi hemen gümrük emini ve diğerleri ziyaret etti. Bu nedenle gün boyunca sardalyeler, peksimet ve şarapla donatılmış bir masayı hazır tutmak zorunda kaldık: Zaten elimizde bunlardan başka yiyecekte yoktu.” (s. 108)
“Akşama kadar bu bostanda kaldık ve güzel kokulu yeşil ve sarı portakal ağaçlarının gölgelerine yayılmış İskenderiye halıları üstünde gümrük eminiyle birlikte yemek yedik. Ortaya deriden yuvarlak bir örtü yayıldı, gümrük emininin evinden karpuz, Marsilya peyniri ve taze ekmek getirildi. Bütün bunlar büyük bir şölen havası yarattı. Çektiğimiz susuzluk nedeniyle içtiğimiz su bize çok lezzetli geldi.” (s. 108)
“Öte yandan, Fransız soylularına düzdüğü ufak tefek övgüler, bize bir salkım üzüm ikram etme nezaketinin ötesinde bir anlam taşımıyor.” (s. 111)
“Bu ahmakların haberdar olmadıkları bir şey var: Yüce amaçlı insanlar, hayvansal açgözlülüklerin ve duyguların tatmini için ardıçkuşlarının ve kekliklerin damakta bıraktığı tatlardan çok, kurtların kemirdiği peksimetleri ve pis suları yeğlerler.” (s. 115)
“Ada zeytin ve portakal ağaçlarıyla dolu; ne var ki, görebildiğim kadarıyla, halk tembel olduğu için topraklar iyi ekilip biçilmiyor.” (s. 116)
“Hisarların karşısında, zeytin ağaçlarıyla dolu Vido adı verilen bir adacık yer alıyor; bu zeytinler sayesinde ada bir soyluya ceza olsun diye değil onur olsun diye veriliyor.” (s. 117)
“Porto-Botranto’nun küçük köyünün yakınında çok güzel balık yatakları var. Korfu’da et bulunmadığı için buradan şaşılacak kadar büyük miktarda lezzetli balık avlanarak adaya götürülüyor.” (s. 119)
“Torcula ya da Torta’ya ulaştık. Şafağın söküşü yaklaşırken, ay ışığı altında, alacakaranlığın ilk anlarında Lesina kasabasına vardık; kasaba, Venedikli bir soylunun muhafızlığını yaptığı, sağlam ve oldukça büyük bir hisar bulunan bir dağın eteğinde kurulmuş. Bu adanın şarapları, bütün bu kıyıda üretilen en iyi şaraplar arasında sayılıyor.” (s. 122)
“Pula çevresindeki topraklar oldukça verimli ve hoş; bu yörede bol miktarda zeytin ağaçları ve başka ağaçlar bulunuyor. Ne var ki, halkın soluk ve solgun benzi havanın ve suların kirli olduğunu gösteriyor: Çeşmeleri bulunmadığı için, kötü yapılmış sarnıçlarda (burada sakladıkları sular çok çabuk bozuluyor) biriktirdikleri yağmur sularını kullanıyorlar.” (s. 124)


[1] Beyarmudu.
[2] Eski Yunanca’da ‘incirler’ anlamına gelir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Doğrama Şekilleri, Usûller ve Özellikleri

Bir Aşçının Temel Özellikleri

Çıraklık/Kalfalık, Ustalık ve Usta Öğreticilik