Evimizin Tek Istakozu

Çok değerli yazar Selim İleri’nin, samimi ve sade, leziz kitabı Evimizin Tek Istakozu adlı kitabını Uludağ Üniversitesi, aşçılık programı öğrencileri “büyük bir zevkle” okudular. Ardından bu meslek aşığı, geleceğin başarılı aşçıları kitap hakkındaki görüşlerini içeren kısa yazılar yazdılar. Hepsi oldukça hoş olan, bu değerlendirme yazılarının bazı kısımlarını okuma alışkanlığım gereği çizdim. Tamamını buraya aktarmak pek mümkün değil ama kısa kısa alıntılar yapıyorum ve sizlere de okumanızı tavsiye ederek lezzetler diliyorum!



Yazarımız Sayın İleri Evimizin Tek Istakozu adlı eserinde eski Türk ailelerinin unutulmaya yüz tutmuş olan yemek ve kültürümüzü gözler önüne sererek neşeli, bir o kadar da düşündürücü yazılar yazmaktadır.” (Melih Ali Mutlu)

Sevgili yazarımız Selim İleri, kitabında geçmişten bugüne olan ve değişikliğe uğrayan mutfak kültürümüzü ele almıştır. Küçüklüğünden bu yaşına kadar annesinden anneannesinden ve çevresinde gördüğü, tat aldığı birçok lezzeti bizle paylaşmıştır.” (Zeynep Şen)

Yazar bu kitapta dadı kalfanın o özenle yapılmış makarnalarını, anneannesinin yaptığı taratoru, Melahat Hanım’ın yaptığı gato pastalarını ve Park Otel akşamlarını ağız tadıyla ve özlem duyarak anlatmıştır.” (Güler Çoban)

Mutfak geleneğinden, yemek tariflerine ve kültürüne, yemekli dedikodulara, yaşadığı şehrin yemek dünyasına ve geçmişte yaşanan bayramları, bayram geleneklerini, benzeri olmayan, iştahlı, tatlı dilli bir şekilde anlatmıştır.” (Hatice Karakaş)

Yazısının devamında yeme içme kültürü hakkında bilgi verirken mevsimlerin yemekler üzerinde etkili olduğunu ve mevsimlere göre hangi yemeklerin geldiğine değiniyor.” (Halil Şimşek)

 İçinde ne mi var? Hangisini saymalı ki? Boza yapımından badem şekerine, likörlerden elma salatasına, kestaneli biftekten patlıcan turşusuna kadar çeşit çeşit yiyecekten bahsetmiş. Kimini çok hatırlamasa da yanında ne iyi gider nerde yenir hepsinden bahsetmiş.” (Gizem Eriten)

İçinde çeşit çeşit yemeklerin bulunduğu kitapların günümüzde kullanılmadığına; değişik tatlara ihtiyaç duyulduğunda yardımımıza yetişen yemek kitaplarının artık kullanılmadığına yakınıyor.” (Öznur Özmen)

Bu eser sadece tarifler değil, ünlüleriyle, yakınlarıyla, geçmişiyle, özlenilen mutfak kültürü arasında adeta bizi bir seyahate çıkarır. Selim İleri dolgun tarifleriyle bizleri baştan sona sürükleyici bir eser okumaya yöneltmiştir.” (Hülya Doğan)

Meselâ vişne kompostosunda vişneler şekerli suda pişirildikten sonra altı kapanıyor, üstündeki köpükler ‘mendil kâğıdı yapıştırarak’ alınıyormuş.” (Özge Köle)

Akide şekerlerinin günümüzde önemini kaybettiğini ve bozanın geçmişteki orijinal şişesini günümüzde bulmanın mümkün olmadığını gözler önüne seriyor.” (Kurtuluş Tilkici)

Yazar kendi deyimiyle âdeta obur olduğunu anlatıyor, fakat obur olduğu kadar damak zevkine ne kadar düşkün olduğunu vurguluyor. Yiyeceklerle ilişkilerini anlatırken onların içinde kayboluyor.” (Sevbeta Dalgıç)

Kitaba ismini verdiği bölümdeki anlatımdan duyduğum zevki ise hiç unutamam. Istakozun pişmekten nasıl korktuğunu ve tabaktan dışarı fırlayıp kaçması…” (Gizem Köylü)

Soğuk kış günlerinde ailece içtikleri bozaları, kahvelerden sonra içtikleri naneli ve ev yapımı vişne likörleri, kış günleri hele ki kar yağdıktan sonra içleri ısıtan o sıcacık çorbaları; bunları hala unutmamış ve kitabında toplamış.” (Kudret Helvacı)

Top karabiberi, hindistancevizi, kimyonu, zerdesi, safranı, zerdeçalı, zencefili, mercanköşkü, tarhunu, rezenesi ve daha bir sürü baharatıyla kuşatılmış mısır çarşısından bahsetmekte. Bütün bu baharatların yakıştığı yemekleri ve yapılışlarını kitabında bulundurmaktadır.” (Büşra Varol)

Yemek tarihimizin yemek odaları bölümünde ‘Usta yiyiciler, iki parmaktan ötesini kirletmezlermiş. Bunun için de, iyi ailelerde âdeta ders alınırmış’ diyordu. Selim İleri kitabında eskiden Ramazanların kış aylarında yaşandığını, akide şekerini çok sevdiğini, bozanın kışın habercisi olduğunu, likör saltanatının sona erdiğini anlatıyor.” (Elif Ceman)

Masadan sandalyeye alafranga yemek, Sultan Hamid döneminde başlandığına, Yıldırım Beyazîd'in sofrasında çeşnicilerin, peşkircilerin bulunduğuna değinmektedir.” (Gözde Tüfekçi)

Eskiden kullanılan kaşık çeşitleri; deniz kabuğundan, fildişi, sıcak yağlı yemeklerin kaşıkları anlatılmıştır. Evlerdeki kiler çeşitlerinden bahsedilmiştir. Birinci kilerde kalamota zeytini, havyar, balık yumurtası, Edirne yapımı tütsülü sığırdili, halis Kayseri pastırması, vb. ikinci kilerde ise dedesi için hazırlanmış meze çeşitlerinin bulunduğu anlatılmıştır.” (Zeynep Açar)

Ünlü kişilerle yapılan sohbetlerin tadını günden güne kaybetmesini, zeytinyağlıların (çalıfasulyesi, enginar, iç bakla, patlıcan, barbunya); balıkların (ızgara balık, mayonezli levrek, palamut, kefal, istavrit, hamsi); çay sofrası yiyeceklerinin (sable, boton sale, üzümlü kek, cevizli un kurabiyesi); köftelerin (ızgara köfte, sahan köftesi, kadınbudu köfte, ekşili köfte, kuru köfte, patlıcanlı köfte, domatesli köfte, İzmir köfte, dalyan köfte, şiş köfte) tatlarının şimdilerde nerede olduğunu; eskiye göre daha birçok şeyin değişiklik gösterdiğini anlatmıştır.” (S. Sinem Güngördü)

İstanbul’daki lüks otel ve pastaneler, meyhaneler, Çiçek Pasajı, akraba-komşu ziyaretlerini ve buralarda onlara ikram edilen yiyecek ve içecekleri anlatmaktadır. Bir çocuk olmasına rağmen çok iyi mutfak takipçisi; kim hangi yemekleri yapıyor, içerisine neler koyuyor hemen hemen hepsini biliyor.” (Merve Aydıner)

Sayfaları çevirdikçe bilmediğim bilgiler ile karşılaşıyorum. Saray sofrasında akşam yemeğinin ikindi namazından sonra yendiğini, taze fesleğenin sivrisineği kovmak için kesin çözüm olduğunu, bozanın annesine kışın geldiğini hatırlattığı, bunun yanında leblebi yenildiği ve özellikle dikkatimi çeken bir nokta ise eski zamanda İstanbul da olan yengeç bolluğu şimdi ile kıyasladığımızda gözle görülür bir düşüş olduğu…” (Melih Turgay Yılmaz)

Ve ayrıca bayramlarda yemeğe gelen misafirlere yapılan yemekler, garnitürler, tatlılar, şerbetler de ele alınmıştır.” (Sibel Yıldırım)

Yani kitapta yarattığı karakter yalılar görmüş, dadı kalfası olan, sayısını aklımda tutamadığım ve birbirinden farklı yeteneklere sahip komşuları olan, Park Otel’e ailesi ile birlikte gidebilen Kadıköy’den Eminönü’ne akide şekeri yiyebilmek için giden; anlaşıldığı gibi zengin evinde ıstakoz pişmiş, likörü daha çocukken tatmış, çeşit çeşit çorbalar içmiş, dedesine gün boyu uğraşılarak mezeler hazırlanan… Bu örnekler daha da çoğaltılabilir fakat abartmaya gerek duymuyorum zira yazar kitabın sonunda tüm bunların hayal ürünü olduğunu bildiriyor zaten.” (Yüksel Yılmaz)

Ama sonunda her şeyin bir kurgudan ibaret olduğunu öğrenmek, tam bir hayal kırıklığı. Sayfaları okudukça böyle bir son beklemiyor insan. Mutlaka ve mutlaka okunması gereken bir kitap.” (Arife Parlar)

Okuyucuya dün ile bugün arasındaki farkı yansıtan unutulmuş bazı lezzetleri yeniden zihnimizde canlandırmamızı sağlayan güzel bir eser.” (Tayfun Solak)

Evimizin Tek Istakozu adlı kitabı okuyun ve hayatınıza tat katın!” (Yağmur Akgöz)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Doğrama Şekilleri, Usûller ve Özellikleri

Bir Aşçının Temel Özellikleri

Çıraklık/Kalfalık, Ustalık ve Usta Öğreticilik